öncüsü don kişot olanın
Bu sefer bir roman değil, ama romansever olup, bu işin biraz da perde arkasını hem tarihsel hem de kuramsal açıdan merak eden herkesin okuması gereken bir yapıtı tanıtmak istiyorum. Söz konusu kitapla ilgili bir ödev yazmış olduğumdan daha yakından bakma mecburiyetim vardı, ancak zorunlu olarak okuduğum en keyifli kitaplardan olduğunu, zaman zaman nefesimi tutarak okuduğumu hemen başında belirtme ihtiyacını hissediyorum. Üstelik bu tanıtımımla, benim gibi bu eserle ilgili bir makale yazması gerekenlere az da olsa bir ışık tutmuş olmayı umuyorum.
Edebiyat kuramları üzerine yazılmış eserlerin özetinin yazılması, keza incelenmesi zor ve zaman alır, ve aslında bir anlamda da sıkıcıdır, ama Jale Parla’nın “Don Kişot’tan Bugüne Roman”ını bu kapsamın dışında tutmak gerekiyor. Baştan sona büyük bir heyecanla yazıldığı belli olan ve bu heyecanını okuyucusuna da taşımayı bilen ender kuramsal kitaplardan olduğunu belirtmem gerek.
Eser boyunca irdelediği kuramsal kavramlar dilin akıcılığına ayrı bir keyif katmış. Parla, eserinde romanın başlangıcından bugüne değin aldığı aşamaları Cervantes’in Don Quijote’sini rehber alarak dünya yazınından Türk yazınına kadar geniş bir yelpaze üzerinden örneklendirerek irdeliyor. Örneklerin bazılarını sıralarsak başlıca,
Laurence Sterne - Tristram Shandy
Denis Diderot - Kaderci Jacques ile Efendisi
Henry Fielding- Tom Jones, Joseph Andrews
Emily Bronté – Uğultulu Tepeler ,
Charles Dickens – Büyük Umutlar
Joseph Conrad – Karanlığın Yüreği
James Joyce – Ulysses, Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi
Alain Robbe-Grillet – Silgiler
Italo Calvino – Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu
Ahmet Mithat – Araba Sevdası, Karı Koca Masalı, Çengi, Müşahedat,
Ahmet Hamdi Tanpınar – Mahur Beste
Oğuz Atay – Tutunamayanlar
Adalet Ağaoğlu – Dar Zamanlar
Latife Tekin – Gece Dersleri
Orhan Pamuk – Benim Adım Kırmızı
Yukarında saydığım eserlere ilaveten Woolf’a, Recaizade Ekrem’e, Defoe, Richardson, Reeve, Dostoyevski, H.James, A.Gide, K. Mansfield gibi yazarlara atıfta bulunmadan da geçemiyor. Tüm bu eserler içinse, Althusser, Frye, Bakhtin, Bathes, Deleuze, Jakobson, Shlovsky, Derrida, Saussure, Baudrillard gibi felsefe, edebiyat bilimi ya da dilbilim kendi alanları üzerine uzman isimlerin görüşleriyle destekliyor. Zaman zaman da yanıldıkları noktaları aktarmaktan da geri kalmıyor. Bunları yaparken de tarihsel tür kuramlarına, romanın ilk ortaya çıkışındaki etmenlerine giriyor, formalistlere değiniyor, metnin görünen ve görünmeyen yüzeylerini tarıyor, ‘bildungsroman’ı ele alıyor, yapıtlardaki zaman sorunsalını araştırıp, mimesisin Platon’dan bu yana gösterdiği gelişimi anlatıyor.
Kısaca yazarını tanıyalım:
1945’de İstanbul'da doğan ve Üsküdar Amerikan Koleji'nde başladığı ortaöğrenimini Robert Koleji'nde tamamlayan Jale Parla, yüksek öğrenimini Robert Kolej Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü'nde yaptı. Harvard Üniversitesi'nin aynı bölümünde Fransız, İngiliz ve Alman edebiyatları dalında eğitim gören Parla, Türkiye'ye döndükten sonra Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünde öğretim görevlisi olarak çalıştı. 1988'de Profesörlüğe yükselen Parla, roman kuramı ve edebiyat sosyolojisiyle ilgili makaleler yazdı. 1986 yılında yayınlanan Çağdaş Uygarlığın Oluşumu adlı kitabın 16. Yüzyıldan 18. Yüzyıla Çağdaş Türk Kültürünün Oluşumu, 16. ve 17. Yüzyıllarda Avrupa Edebiyatı ve 18. Yüzyıl Avrupa Edebiyatı bölümlerini yazdı.1
Türkiye’de edebiyat kuramı üzerine yazılan yapıtların azlığı göz önünde bulundurulduğunda Parla’nın eserinin önemi daha da iyi anlaşılmaktadır. Her ne kadar son yıllarda edebiyat kuramı üzerine olan kitapların çevirisinin yoğunlaşması, akademik çevrelerin bu konuya artık daha çok ilgili gösterdiğine dair bir işaret sayılsa da, şu an için elimizde mevcut olan az sayıdaki eserden biri. Bilkent’in Kanat Dergisi’nde Leyla Dündar’ın, Parla’nın Babalar ve Oğullar adlı eseri için “Ne yaparsak yapalım biraz acemice bulmaktan kurtulamadığımız ve üzerlerinde uzun uzadıya düşünme zahmetinden kaçındığımız Tanzimat romanlarının, onlara verdiğimiz vakit ve dikkatten çok daha fazlasını hak ettiklerini düşünmeye başladık.”2 şeklindeki görüşünü ben bu eseri için de yinelemek ihtiyacını hissediyorum. Parla’nın gerek dünya edebiyatı gerekse Türk edebiyatı üzerine olan geniş bilgisi ufuk açıcı niteliktedir. Dahası ele aldığı pek çok eser üzerine olan anlatımındaki canlılık ve derinliğiyle etkilemekte ve okuyucusunu o eserleri okumaya teşvik etmektedir. Beni etkilediği kesin, onun teşvikiyle ilk iş olarak yıllardır okumaktan kaçındığım Oğuz Atay'ın Tutunamayanlar'ını, -ki irdelemesini okurken nefesimi tuttuğum yerlerden biridir- ve Amet Mithat Efendi'nin Çengi'sini almak oldu.
Okurun tek bir eserle, hem dünya hem de Türk edebiyatı üzerine bu denli bilgiye ulaşabileceği, yaklaşık yirmi romanın kuramsal açıdan ele alınışını, zaman zaman karşılaştırılmasını bir arada görebileceği ender keyifli kitaplardan biri olduğu kuşku götürmez bir gerçek. Üstelik pek çok kuramcıya değinip, önemli olanlarının görüşlerini detaylıca ele alması, tarih içindeki yanılgılarını irdelemesi, katılmadığı noktaları belirtmesi ve en önemlisi, herşeyi anlayabilen, estetik zevki ve entelektüel düzeyi yüksek olan “ideal okur”u değil de ortalama okuru da göz önünde bulundurarak anlaşılır bir dille yazmayı seçmesi kitabın çok değerli başka bir artısıdır.
Her iyi eserin kusurları olacağı gibi Parla’nın belki kayda bile değmeyecek ufak tefek kusurları yok değil. Bazı kavramların bilindiği düşüncesiyle sanırım, kavramın kendisini netleştirmekten ziyade etrafına muğlâklıklar örmeyi tercih etmesi3. Ya da konuyla tam bir bağlantısı olmasa da, muhtemelen eserin tüm alanlarıyla anlaşılmasını sağlamak için gereksiz detaylara girmesi.4 Ancak en önemli kusuru, eserin aniden bitmesi. Pamuk'un Benim Adım Kırmızı irdeledikten sonra bıçakla kesilmişcesine bitiriyor eserini Parla. Okurun beklentisi, sonunu bir şekilde tekrar Cervantes’e bağlaması, ele aldığı konuları toparlaması, kısa da olsa bir sonsöz yönünde olduğunu düşünüyorum. Böylesi keyifli okunan kuramsal bir kitabın, bu denli ani bitmesi, okur üzerinde kitapta ele alınan 'kayıp metin'lerin tadında bir ‘eksiklik’ bıraktığı görüşündeyim. Eğer Parla’nın amaçladığı etki tam da bu eksiklik duygusuysa, kesinlikle doğru yolda olduğunu da belirtmeden edemeyeceğim.
Diğer bir yandan, eserde değinilmeyen, ama benim üzerinde durmadan geçemeyeceğim bir husus ise Don Kişot isminin Fransızca telaffuzu. Neticede Cervantes onu kaleme İspanyolca şekliyle Don Quijote olarak yazmış, ki yanılmıyorsam Türkçede okunuşu 'don kihote'dir. Tabii eserin ülkemize girdiği yıllar Tanzimat Dönemi, yani Fransızcanın etkisinde olduğunu düşünürsek garipsenecek bir yönü yoktur belki, ama yine de bu beni Hermann Hesse adının İngilizce telaffuzu kadar rahatsız etmektedir. Orjinal teleffuzunu öğrenmek o kadar zor bir şey değil! Tükçe bile söylesek daha az hata yaparız!
Almanya'daki bir üniversitede karşılaştığm o inceliği arıyorum ben sanırım, ismimin orjinal telaffuzuna -ki Almanlar için bir hayli zor bir şey- gayret edişleri takdir edilecek bir davranıştı...
2 Leyla Burcu Dündar, Yel Değirmenlerine Karşı: Don Kişot'tan Bugüne Roman, KANAT: Bilkent Üniversitesi Türk Edebiyatı Merkezi Haber Bülteni, Sayı 4, Güz 2000, 27 Ocak 2008 tarihinde alıntılanmıştır.
Edebiyat kuramları üzerine yazılmış eserlerin özetinin yazılması, keza incelenmesi zor ve zaman alır, ve aslında bir anlamda da sıkıcıdır, ama Jale Parla’nın “Don Kişot’tan Bugüne Roman”ını bu kapsamın dışında tutmak gerekiyor. Baştan sona büyük bir heyecanla yazıldığı belli olan ve bu heyecanını okuyucusuna da taşımayı bilen ender kuramsal kitaplardan olduğunu belirtmem gerek.
Eser boyunca irdelediği kuramsal kavramlar dilin akıcılığına ayrı bir keyif katmış. Parla, eserinde romanın başlangıcından bugüne değin aldığı aşamaları Cervantes’in Don Quijote’sini rehber alarak dünya yazınından Türk yazınına kadar geniş bir yelpaze üzerinden örneklendirerek irdeliyor. Örneklerin bazılarını sıralarsak başlıca,
Laurence Sterne - Tristram Shandy
Denis Diderot - Kaderci Jacques ile Efendisi
Henry Fielding- Tom Jones, Joseph Andrews
Emily Bronté – Uğultulu Tepeler ,
Charles Dickens – Büyük Umutlar
Joseph Conrad – Karanlığın Yüreği
James Joyce – Ulysses, Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi
Alain Robbe-Grillet – Silgiler
Italo Calvino – Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu
Ahmet Mithat – Araba Sevdası, Karı Koca Masalı, Çengi, Müşahedat,
Ahmet Hamdi Tanpınar – Mahur Beste
Oğuz Atay – Tutunamayanlar
Adalet Ağaoğlu – Dar Zamanlar
Latife Tekin – Gece Dersleri
Orhan Pamuk – Benim Adım Kırmızı
Yukarında saydığım eserlere ilaveten Woolf’a, Recaizade Ekrem’e, Defoe, Richardson, Reeve, Dostoyevski, H.James, A.Gide, K. Mansfield gibi yazarlara atıfta bulunmadan da geçemiyor. Tüm bu eserler içinse, Althusser, Frye, Bakhtin, Bathes, Deleuze, Jakobson, Shlovsky, Derrida, Saussure, Baudrillard gibi felsefe, edebiyat bilimi ya da dilbilim kendi alanları üzerine uzman isimlerin görüşleriyle destekliyor. Zaman zaman da yanıldıkları noktaları aktarmaktan da geri kalmıyor. Bunları yaparken de tarihsel tür kuramlarına, romanın ilk ortaya çıkışındaki etmenlerine giriyor, formalistlere değiniyor, metnin görünen ve görünmeyen yüzeylerini tarıyor, ‘bildungsroman’ı ele alıyor, yapıtlardaki zaman sorunsalını araştırıp, mimesisin Platon’dan bu yana gösterdiği gelişimi anlatıyor.
Kısaca yazarını tanıyalım:
1945’de İstanbul'da doğan ve Üsküdar Amerikan Koleji'nde başladığı ortaöğrenimini Robert Koleji'nde tamamlayan Jale Parla, yüksek öğrenimini Robert Kolej Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü'nde yaptı. Harvard Üniversitesi'nin aynı bölümünde Fransız, İngiliz ve Alman edebiyatları dalında eğitim gören Parla, Türkiye'ye döndükten sonra Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünde öğretim görevlisi olarak çalıştı. 1988'de Profesörlüğe yükselen Parla, roman kuramı ve edebiyat sosyolojisiyle ilgili makaleler yazdı. 1986 yılında yayınlanan Çağdaş Uygarlığın Oluşumu adlı kitabın 16. Yüzyıldan 18. Yüzyıla Çağdaş Türk Kültürünün Oluşumu, 16. ve 17. Yüzyıllarda Avrupa Edebiyatı ve 18. Yüzyıl Avrupa Edebiyatı bölümlerini yazdı.1
Türkiye’de edebiyat kuramı üzerine yazılan yapıtların azlığı göz önünde bulundurulduğunda Parla’nın eserinin önemi daha da iyi anlaşılmaktadır. Her ne kadar son yıllarda edebiyat kuramı üzerine olan kitapların çevirisinin yoğunlaşması, akademik çevrelerin bu konuya artık daha çok ilgili gösterdiğine dair bir işaret sayılsa da, şu an için elimizde mevcut olan az sayıdaki eserden biri. Bilkent’in Kanat Dergisi’nde Leyla Dündar’ın, Parla’nın Babalar ve Oğullar adlı eseri için “Ne yaparsak yapalım biraz acemice bulmaktan kurtulamadığımız ve üzerlerinde uzun uzadıya düşünme zahmetinden kaçındığımız Tanzimat romanlarının, onlara verdiğimiz vakit ve dikkatten çok daha fazlasını hak ettiklerini düşünmeye başladık.”2 şeklindeki görüşünü ben bu eseri için de yinelemek ihtiyacını hissediyorum. Parla’nın gerek dünya edebiyatı gerekse Türk edebiyatı üzerine olan geniş bilgisi ufuk açıcı niteliktedir. Dahası ele aldığı pek çok eser üzerine olan anlatımındaki canlılık ve derinliğiyle etkilemekte ve okuyucusunu o eserleri okumaya teşvik etmektedir. Beni etkilediği kesin, onun teşvikiyle ilk iş olarak yıllardır okumaktan kaçındığım Oğuz Atay'ın Tutunamayanlar'ını, -ki irdelemesini okurken nefesimi tuttuğum yerlerden biridir- ve Amet Mithat Efendi'nin Çengi'sini almak oldu.
Okurun tek bir eserle, hem dünya hem de Türk edebiyatı üzerine bu denli bilgiye ulaşabileceği, yaklaşık yirmi romanın kuramsal açıdan ele alınışını, zaman zaman karşılaştırılmasını bir arada görebileceği ender keyifli kitaplardan biri olduğu kuşku götürmez bir gerçek. Üstelik pek çok kuramcıya değinip, önemli olanlarının görüşlerini detaylıca ele alması, tarih içindeki yanılgılarını irdelemesi, katılmadığı noktaları belirtmesi ve en önemlisi, herşeyi anlayabilen, estetik zevki ve entelektüel düzeyi yüksek olan “ideal okur”u değil de ortalama okuru da göz önünde bulundurarak anlaşılır bir dille yazmayı seçmesi kitabın çok değerli başka bir artısıdır.
Her iyi eserin kusurları olacağı gibi Parla’nın belki kayda bile değmeyecek ufak tefek kusurları yok değil. Bazı kavramların bilindiği düşüncesiyle sanırım, kavramın kendisini netleştirmekten ziyade etrafına muğlâklıklar örmeyi tercih etmesi3. Ya da konuyla tam bir bağlantısı olmasa da, muhtemelen eserin tüm alanlarıyla anlaşılmasını sağlamak için gereksiz detaylara girmesi.4 Ancak en önemli kusuru, eserin aniden bitmesi. Pamuk'un Benim Adım Kırmızı irdeledikten sonra bıçakla kesilmişcesine bitiriyor eserini Parla. Okurun beklentisi, sonunu bir şekilde tekrar Cervantes’e bağlaması, ele aldığı konuları toparlaması, kısa da olsa bir sonsöz yönünde olduğunu düşünüyorum. Böylesi keyifli okunan kuramsal bir kitabın, bu denli ani bitmesi, okur üzerinde kitapta ele alınan 'kayıp metin'lerin tadında bir ‘eksiklik’ bıraktığı görüşündeyim. Eğer Parla’nın amaçladığı etki tam da bu eksiklik duygusuysa, kesinlikle doğru yolda olduğunu da belirtmeden edemeyeceğim.
Diğer bir yandan, eserde değinilmeyen, ama benim üzerinde durmadan geçemeyeceğim bir husus ise Don Kişot isminin Fransızca telaffuzu. Neticede Cervantes onu kaleme İspanyolca şekliyle Don Quijote olarak yazmış, ki yanılmıyorsam Türkçede okunuşu 'don kihote'dir. Tabii eserin ülkemize girdiği yıllar Tanzimat Dönemi, yani Fransızcanın etkisinde olduğunu düşünürsek garipsenecek bir yönü yoktur belki, ama yine de bu beni Hermann Hesse adının İngilizce telaffuzu kadar rahatsız etmektedir. Orjinal teleffuzunu öğrenmek o kadar zor bir şey değil! Tükçe bile söylesek daha az hata yaparız!
Almanya'daki bir üniversitede karşılaştığm o inceliği arıyorum ben sanırım, ismimin orjinal telaffuzuna -ki Almanlar için bir hayli zor bir şey- gayret edişleri takdir edilecek bir davranıştı...
1 Netbul adlı internet sitesinden 22.01.2008 tarihinde alıntılanmıştır.
Yorumlar