meydan okuma
kişiselleştirme diyerek sırt çevirmişti adam.
tuhaf, ilk defa ısrar ediyordu kadın.
yine yüz çevirmişlerdi, ama üstüne gidiyordu.
kaçan kovalanırdı…
zannediyordu ki adam, kadın fanatik hayran…
ya da boyna kendisini eleştiren, dır dır eden, ilgi hasreti biri.
bunu söylese adama, adam kahkahalarla gülecekti belki. "sende ışık gördüm…"
oysa kadın sadece zihnine meydan okunmasına hasretti. sanmıştı ki dengi vardı karşısında, ömrü boyunca hasretini çektiği, ona yol gösterecek bir üstat. ama bunu ifade edememişti adama net bir şekilde. belki de bu adamın yolu, nihayet arzuladığı aidiyeti getirecekti. masal dünyası gibi bir şeydi. kesinlikle bir tarikattı. üstelik inanç üzerinden yol almayan bir tarikat.
olabilir.
körü körüne kimseyi takip etmemişti şimdiye değin. ama bu adamda anlayamadığı bir çekim vardı. şehvet değildi bu.
inancı bile bilmeyen bir adamdan amma da üstat olurdu ya.
mürşit - mürit ilişkisinde teslimiyet esastı, teslim olacaktı kadın.
derisini yüzdü, adamın karşısına çıktı utanarak. çırılçıplaktı, iskeletinden sarkan irinli etleri görünüyordu kadının.
ama adam ne görmüştü?
kadın, ben neye bulaştım böyle diye elinin tersiyle havayı itermiş gibi bir hareket yaptı. sanki anlamakta zorlandığı bu duvarı elinin tersiyle yıkacakmış gibi.
aslında anlamıyor da değildi..
adam, kadının ısrarını, sadece kadının onunla sevişmek istediğinden mi sanmıştı.
en son ne zaman seviştin? diye sormuştu.
davranış bilimlerinde biz şöyle açıklıyoruz ...
bıdı bıdı..
kadın da dünkü çocuktu ya!
belki adamdı bunu isteyen.
kadın sezgisi
adam korkaklığı
ilk kez olmuyordu, kadının kendisini açıkça ortaya koymasından korkan bir erkek.
ama anlamıyordu adam!
hiç anlamıyordu.
kadın için adam, adam değildi. beden değildi, cinsiyet değildi, form değildi. sadece ve sadece zihindi. aynı düzlemde yol alabileceği, aynı dalga boyunda, yol gösterici, zihnine meydan okuyabilen, ama gerektiğinde rolleri değişebileceği, bu sefer kendisinin ona yol gösterebileceği bir üstat.
adamın, kendisini adadığı yola ikna olmuştu…
ama adam kaçıyordu.
kişiselleştirme!
niye? kişisel bir rüyanın kollektif düzleme aktarımı değil miydi onun yolu yoksa?
ama en çok şunu anlamıyordu kadın. kendisi neden ısrar ediyordu? böylesine yanlış anlaşıldığı bir kişiye, niye hala ısrar ediyor, neden hala hizmet için geldim, bırak edeyim diyordu…
neden bu ısrar?
iç geçirdi kadın, acaba dergahlardaki kapıdan çevrilme bu muydu?
talebeler dergah kapısına geldiğinde, hemen öyle, buyurun, hoş geldiniz diyerek içeri alınmazmış. aç susuz kapı önünde bekletilir, hatta hakarete uğrar, üstlerine pis su atılırmış.
bu eziyete dayanamayanlar git gide kaçar gider kapının önünden.
kala kala bir kişi kalırmış.
o zaman dergah kapısı açılır, üstat yüzünde koca bir gülümsemeyle, buyur dermiş. işte sen hakkettin talebem olmaya diyerek, bitkinlikten kapıya yığılmış öğrenci adayını kucaklayıp içeri alırmış.
bin kez geldim kapına, bin kez geri çevirdin.
hala buradayım.
tuhaf, ilk defa ısrar ediyordu kadın.
yine yüz çevirmişlerdi, ama üstüne gidiyordu.
kaçan kovalanırdı…
zannediyordu ki adam, kadın fanatik hayran…
ya da boyna kendisini eleştiren, dır dır eden, ilgi hasreti biri.
bunu söylese adama, adam kahkahalarla gülecekti belki. "sende ışık gördüm…"
oysa kadın sadece zihnine meydan okunmasına hasretti. sanmıştı ki dengi vardı karşısında, ömrü boyunca hasretini çektiği, ona yol gösterecek bir üstat. ama bunu ifade edememişti adama net bir şekilde. belki de bu adamın yolu, nihayet arzuladığı aidiyeti getirecekti. masal dünyası gibi bir şeydi. kesinlikle bir tarikattı. üstelik inanç üzerinden yol almayan bir tarikat.
olabilir.
körü körüne kimseyi takip etmemişti şimdiye değin. ama bu adamda anlayamadığı bir çekim vardı. şehvet değildi bu.
inancı bile bilmeyen bir adamdan amma da üstat olurdu ya.
mürşit - mürit ilişkisinde teslimiyet esastı, teslim olacaktı kadın.
derisini yüzdü, adamın karşısına çıktı utanarak. çırılçıplaktı, iskeletinden sarkan irinli etleri görünüyordu kadının.
ama adam ne görmüştü?
kadın, ben neye bulaştım böyle diye elinin tersiyle havayı itermiş gibi bir hareket yaptı. sanki anlamakta zorlandığı bu duvarı elinin tersiyle yıkacakmış gibi.
aslında anlamıyor da değildi..
adam, kadının ısrarını, sadece kadının onunla sevişmek istediğinden mi sanmıştı.
en son ne zaman seviştin? diye sormuştu.
davranış bilimlerinde biz şöyle açıklıyoruz ...
bıdı bıdı..
kadın da dünkü çocuktu ya!
belki adamdı bunu isteyen.
kadın sezgisi
adam korkaklığı
ilk kez olmuyordu, kadının kendisini açıkça ortaya koymasından korkan bir erkek.
ama anlamıyordu adam!
hiç anlamıyordu.
kadın için adam, adam değildi. beden değildi, cinsiyet değildi, form değildi. sadece ve sadece zihindi. aynı düzlemde yol alabileceği, aynı dalga boyunda, yol gösterici, zihnine meydan okuyabilen, ama gerektiğinde rolleri değişebileceği, bu sefer kendisinin ona yol gösterebileceği bir üstat.
adamın, kendisini adadığı yola ikna olmuştu…
ama adam kaçıyordu.
kişiselleştirme!
niye? kişisel bir rüyanın kollektif düzleme aktarımı değil miydi onun yolu yoksa?
ama en çok şunu anlamıyordu kadın. kendisi neden ısrar ediyordu? böylesine yanlış anlaşıldığı bir kişiye, niye hala ısrar ediyor, neden hala hizmet için geldim, bırak edeyim diyordu…
neden bu ısrar?
iç geçirdi kadın, acaba dergahlardaki kapıdan çevrilme bu muydu?
talebeler dergah kapısına geldiğinde, hemen öyle, buyurun, hoş geldiniz diyerek içeri alınmazmış. aç susuz kapı önünde bekletilir, hatta hakarete uğrar, üstlerine pis su atılırmış.
bu eziyete dayanamayanlar git gide kaçar gider kapının önünden.
kala kala bir kişi kalırmış.
o zaman dergah kapısı açılır, üstat yüzünde koca bir gülümsemeyle, buyur dermiş. işte sen hakkettin talebem olmaya diyerek, bitkinlikten kapıya yığılmış öğrenci adayını kucaklayıp içeri alırmış.
bin kez geldim kapına, bin kez geri çevirdin.
hala buradayım.
Yorumlar