beyaz

güzel gözlerin vardı, zeytin renginde, ara ara bal rengine karışan harelerle bezenmiş, ortasına doğru koyulaşan, toprağın yağmur sonrası koyuluğuna karışan, yılların yaşanmışlığını cesurca taşıyan. uzun kaşlarının sarmalında saklanan kimi zaman, ürkek küçük bir çocuk mahçupluğunda, ya da muzırlığında ... saklandığını dahi saklayan bir hareketle başını geriye atardın, sevecenlikle yüzünden kaldırdığımda o uzun kaşları. istemem derdi o başın hareketi, görmeni istemem kırılganlığımı, küçük çocuk sokulganlığımı.. ve kızdın mı, aynı sarmalların gücüyle şimşekler çaktıran kahverengi bir sonsuzluktu yüzünü güzelleştiren.
alabildiğine derin... güldün mü, o derinliklerden bir ışıltı sarardı yaşamı. anlardım.

seyrelmiş saçının güçsüzlüğündeydi yüreğim, o bir kaç parça telleri ilk kez tıraş ettiğimde. sarmalların beyazlığına kavuşmuş bir kaç tel saç. umutlarımmış meğer tıraş makinasının dişleri arasında kırptığım birer birer...
başın üşür mü hala? almadın giderken yün bereni, kaç ay sakladım, belki döner alırsın diye.

kulağının yelkenine takılıp kaç ada dolaşmıştım lodosa sırtımı verip çocukluğumda, haberin olmadı hiç... kızar mıydın, söyleseydim? içten içe sevinirdim, benimkiler küçük diye. nanik sana!

sevmezdim yanaklarının yanlarından çeneni kavrayan beyazlığı. ilk zamanların gri sisini terk edip kar beyazı bir dağa dönüşen, yüzüne baktıkça çığ gibi üzerime gelen, yutup götüren bir yoğunluktan ibaretti sakalın.
içten içe sevinmiştim, hastane hijyeninde tıraş etmek zorunda kaldığımda, yüzünü bütün çıplaklığıyla tekrar görmek, nasıl da iyi gelmişti, çenendeki o gamzeyi hatırlamak. aramızdaki bağın bariz kanıtını; sadece sende ve bende olan o genetik bağ? senden bana miras kalan o gamzeyi sevmek...
sen üzülmüştün. yılların emeğini yitirir gibi üzülmüştün. ilk o zaman mı sevmeye başlamıştım ben de? hastaneden çıkıp da tekrar bıraktığında dolu dolu avuçladığmda mı yoksa?
çığ erimiş, içine düşüp, tatlı bir uykuya dalabileceğim bir pamuk tarlasına o zaman mı dönüşmüştü yüzünü hareleyen beyazlık? ya da vedalaştığımda mı senden, son kez avuçlayıp öptüğümde...

hatırlar mısın, küçüklüğümde yarıştırırdık kimin ağzı daha büyük diye. sana inat en büyük yudumları yutmaya çalışır, yutamaz, üstümü başımı batırırdım senin kocaman kahkahaların arasında. o çocuk kızgınlığmla nasıl da kin bilerdim sana...

ne çok miras bırakmışsın meğer...
çenede bir gamze, güldü mü karşındakinin yutacak kadar açılan devasa bir ağız ve kanapede kestirme keyfi...
bir tek, şu çocuk kırılkanlığını bırakmasaydın, paketleyip onu da götürseydin ya yanında!

ve ellerin vardı, ağzın kadar kocaman, kulakların kadar, burnun kadar...
küçükken avucunda kaybolduğum, büyüdüğümde topyekun yittiğim... tombul parmakların bezediği, geçmişi sıkı sıkıya kavramış, güçlükleri ezmiş nasırlı kudretli eller.
ve bir kez, baldırımda sağlam bir fiskesini yediğim yok edici eller. tamircinin tamir edemediklerini tamir edebilen, hastanede yeniden tutmayı öğrenen, öpmeye doyamadığım eller.
ilk kez çorba kaşığını tuttuğunda hepimizi sevinçten ağlatan ellerdi bunlar.
ve yarın bayramda öpemeyeceğim eller...

geçenlerde bir sokak müzisyeni fülüt çalıyordu, senin kadar yanık. bir anadolu türküsünün hasretini döktü kaldırımlara, uzadıkça notaları, uzadıkça kar soğukluğu, ayrılamadım, dinledikçe dinledi yüreğim, geçmişim, şu anım ve acıdıkça
sen sandım ...

nasıl bırakıp gidebildin?

Yorumlar

Adsız dedi ki…
canım benim, çok beğendim, okurken ağladım, hem babanı hatırladığım için hem de senin onu ne kadar çok sevdiğini ve özlediğini hatırladığım için... eminim sen bu yazıyı yazarken, ben içimden okurken cümlelerin ona ulaşmıştır ve babacığının yüzünde gururlu bir gülümseme belirmiştir.
Adsız dedi ki…
insanının duygularını dalgalandırıyor...
http://erolaslan.blogcu.com/

Bu blogdaki popüler yayınlar

senden içe

yıllarca